GÖRMEK
DEĞİL GÖRÜNMEK İSTİYORUM
Yeni bir güne uyandım tıpkı her sabah
olduğu gibi. Ama tek bir farkla, insanların aydınlığı görerek açtığı gözlerini
ben güneşi hissederek açıyordum. Evdeki rutin işlerimi hallettim, annem yanıma
gelip öptü, sevdi beni. Benim güzel kızım ne kadar da güzel görünüyorsun bugün
diyerek. Güzel miyim gerçekten? diye düşündüm. Annemin söylediğine göre; uzun
sarı saçlarım varmış, küçük bir burnum ve de ağzım tabii ki birde bunlara eşlik eden
mavi gözlerim. Hiçbir şey göremeyen ama çok güzel görünen mavi gözlerim. Çok
garip değil mi? Gözlerimi açıp kapatabiliyorum, hareket ettirebiliyorum ama
hiçbir şey görmüyorum. Sarı saçlar nasıl olur? Sarı nasıl bir renk? Neye
benziyor ya da ben bunu nasıl anlayabilirim? Bilmiyorum. Beni bu karanlık
dünyaya getiren ve beni çok seven annemi hiç görmedim. Elleri yumuşak yüzü de
öyle, gözleri daima yaşlı bunu hissedebiliyorum her dokunduğumda. Ama gözleri
ne renk bilmiyorum dokunarak hissedemiyorum mesela.
En büyük yardımcım olan beyaz değneğimi
alıp yürümeye başladım. Benim en iyi arkadaşım elimde tuttuğum bu değnekti.
Kalabalık ve maalesef kafelerle ve de onların masa sandalyeleriyle dolu
kaldırımda yürümeye artık alışmıştım. Hem alışmasam bile insanlar oradan
geçerken beni fark etmiyor ve benim yürüyüşümü kolaylaştırmıyorlardı. Buraya
taşındığımız ilk zamanlar onlardan yardım isterdim ama hiçbiri beni görmezdi,
daha doğrusu görmezlikten gelirdi. Aralarında yardım edenleri çıkmıyor değildi
tabi ama onların yardımı da benimle iletişime geçmeden, beni değneğimden tutup
çekerek ya da belimden sarılıp kaldırımdan inmem gerektiğini göstererek
oluyordu. İnsanların bu yaptığını hem komik hem de acımasızca buluyordum. Ben de
bir insandım benimde onlar gibi tüm uzuvlarım yerindeydi tek bir farkım vardı
oda görmeyen mavi gözlerim. Okula gidebilmek için yaya geçidinden karşıdaki
kaldırıma geçmem gerekiyordu her sabah. Trafik lambasının bulunduğu direğe iki üç kez
çarptıktan sonra orada bir direk olduğunu öğrenmiştim. Bir yerlere çarpınca
acıyan yer morarırmış annem vücudumda gördükçe öyle diyor. Biz görme engelliler
için hazırlanan bir sensor var aslında ışıklarda. Ama sesi o kadar az çıkıyor
ki o kalabalıkta ve gürültüde duymak imkânsız. İki kere araba çarptı bana bu
şekilde. İkisinde de ucuz atlattım. Hayat görenler için korkunç belki de ama
biz görmeyenler için daha korkunç. Başına ne geleceğini bilmeden bize zarar
verebilecek durumları görmeden yürüyenleriz biz. Gören bir insana göre daha çok
korkarız. Bize zarar verenlerin sesini duymadan teşhis edemeyiz, çoğu zaman o
kişinin bize zarar verdiğini bile kanıtlayamayız.
Beni gören ama görme engelli olduğumu
bilmeyen birçok insan bana gıptayla baktıklarını konuşmalarında belli ediyordu.
Oysaki güzellik mavi ya da yeşil gözde değildi, bilmiyorlardı. Bir gün bir kız
arkadaşım beni erkek arkadaşıyla tanıştırdı ve arkadaşı beni beğenmiş olacak
ki “Allah’tan göremiyorsun yoksa çok
kıskanırdım” dedi. Beni kırdığını ve bunu acımasızca yaptığını bilmeyerek söyledi bunu. Ki sorsak
sebebini kıskançlığa bağlayacağı da aşikârdı. Oysaki o, birini görüp tanıyarak
sevebilmenin güzelliğini keşfedememiş, insanları saçı gözü için sevmiş biri
olarak asıl kaybeden olduğunu bilmiyordu. Birini dokunmadan sevebilmek gibi çünkü görmeden sevmek. Karşındakini gören gözlerin değil, gönlün sever çünkü. Çok isterdim onların gördükleri
dünyayı görebilmeyi belki sevmezdim o dünyayı belki de gördüklerim beni çok mutsuz ederdi. Belkide gördüğüm her şey için üzülür ve de görmemeyi dilerdim ama görmek isterdim yinede.
Ve sırf
görebildiğim için görünenlerden olmak...
☆ABG☆
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder