24 Şubat 2019 Pazar


OKUMA KÖŞEMİZDE BUGÜN

BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK




İlk olarak 1960 yılında yayınlanan Pulitzer ödüllü bu kitap, Amerikanın güneyinde yaşanan ırkçılığı ve eşitsizliği bir çocuk kahraman olan Scout Finch'in gözünden anlatır. Yazarımız bu kitabı kendi çocukluk anılarından esinlenerek yazmıştır. 
     Kitapta olaylar şu şekilde anlatılır. Scout Finch, abisi Jem, babası Atticus, bakıcıları Calpurnia ve arkadaşı Dill ile geçirdikleri yaz ve okul dönemlerini bu dönemlerde neler yaşadığını ne hissettiğini yalın bir dille fakat çarpıcı düşüncelerle ifade eder.
      Scout, abisi Jem, babası Atticus ve bakıcısı Calpurnia ile Maycomb da yaşamaktadır. Annesi o çok küçükken ölmüştür. Atticus, çocuklarını adalet, eşitlik, hoşgörü gibi evrensel kavramlarla yetiştirmek isteyen onurlu bir avukattır. Çocuklarını kız kardeşi Alexandra aksine bir tarzda yetiştirmek ister. Alexandra geleneklerine bağlı, ailesinin geçmişiyle övünmeyi seven, kadınlara yüklenen ve sadece onlardan beklenen hareketleri, sorumlulukları savunan ve bunu Scout'a da aşılamaya çalışan bir kadın olarak çıkar karşımıza. Alexandra, Scout'un abisi ve babası giyinmemesi gerektiğini, arkadaşlarıyla yumruklaşmadan oynaması gerektiğini, hanımefendi ve  "beyaz" bir kadına yakışır şekilde hareket etmesini ister. Onun bu ölçüler dışında hareket etmesine dayanamaz. Erkek kardeşini Scout'u yanlış yetiştirmekle eleştirir ve  "zenci" daha doğrusu  "siyahî" bakıcı Calpurnia' ya onları teslim etmekle suçlar. Çünkü o da birçok Maycomblu gibi "beyaz-siyahî" ayrımı yapmaktadır.
    Scout ailesiyle beraber yaşadığı huzurlu zamanları bir "zencinin" haksız yere suçlanmasıyla yitirir. Suçlanan zenciyi Atticus savunacaktır ve bu durum kasaba halkının Finch ailesine tepki göstermesine sebep olur. Her şeye rağmen davayı bırakmayan ve insanlara ayrımcılığın kötü bir şey olduğunu göstermek adına Atticus davasını sonuna kadar savunur. Bu süreçte kendisi yıpransa bile çocuklarının üzülmesini istemeyen Atticus onları diğer insanlar ne derse desin kaba davranmamaları konusunda uyarır. İnsanların düşüncelerine katılmasalar bile saygı göstermelerini öğütler.
      Ve kitabımızın konusu; ırkçılık, ayrımcılık, eşitlik gibi görünen eşitsizlik, Hindistanda görülen kast sistemi gibi yapılan Cunningham, Ewell, Metodist sınıflandırması ve beyaz-zenci karşıtlığı üzerinden insanların birbirlerinin üzerinde kurduğu baskıyı, farklarımız da aramamız gereken benzerlikleri "İstediğin kadar saksağanı vur vura bilirsen ama unutma  bülbülü öldürmek günahtır." temel yargısıyla ve kitabın başlığı olarak ele alınmaktadır.

      Jem "Yalnızca tek bir tür insan varsa, o zaman neden hiç geçinemiyorlar? Hepsi birbirine benziyorsa, niçin özel bir çaba harcayarak birbirlerini aşağılıyorlar?(Sy.286)diye soruyordu kendine. Bende size sormak istiyorum.
İnsanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran özelliği nedir? Beyaz olması mı? Siyahî olması mı? Türk, Kürt, Arap, İngiliz, Fransız, Japon, Hintli, Amerikan, İtalyan, Rus... Olması mı? Hayır. Çünkü insan duygularını, vicdanını, aklını kullanabildiği sürece insandır. İradeli davranıp sorumluluklarının farkında olabildiği ve yaptıklarının sonuçlarına katlanabildiği sürece insandır. İnsan bir "Yin Yang" misalidir. Neden mi? Çincede kâinatın düzeniyle ilgili kozmik enerjinin iki kutbuna Yin(negatif) ve Yang(pozitif) denir. Bu iki kutup, eril ve dişi, katı ve boyun eğen, güçlü ve zayıf, karanlık ve aydınlık, gizli ve açık gibi buna benzer karşılıkları olan ve birbiriyle tezatlık oluşturarak meydana gelen her şeyin adıdır. Bu iki güç birbirinden bağımsız olamaz yani insanları değerlendirirken tezatlardan oluştuğunu bilerek değerlendirmek gerekir.
      Atticus;" Bir insanı anlayabilmek için, o insanın baktığı açıdan bakmayı becerebilmelisin. Kendini onun yerine koyup her şeyi onun gördüğü gibi görmelisin..."(Sy.40) diyor.  
Oysa günümüzde bunlar yokmuş gibi davranıyoruz. Empati kurmak yerine ön yargılarımızın esiri olup o insanı, durumu, eşyayı, olayı yaftalıyoruz. Tıpkı kitaptaki "Öcü Radley" gibi... Onu anlamak ne düşündüğünü, ne hissettiğini duyumsamak yerine "öcü","kötü","ahlaksız" gibi yakıştırmalarla kafamızda çoktan kodluyoruz. Ve ne acıdır ki o kodlamayı artık değiştiremiyoruz adeta tabulaştırıyoruz. İnsanların kendi kabuklarına çekilmesine sebep oluyoruz ve daha sonra böyle davrandığı içinde bir damga daha yapıştırıyoruz. Oysaki fark etmemiz  gereken o insanı bizim bu hâle getirmemiz olduğudur. Ama biz bunu anlamıyor bu o insanda var olan bir özellikmiş gibi eleştiriyoruz. İnsanların eylemlerinin sebebini sorgulamıyoruz ve biz sorgulamadıkça onlarda yaptıklarını normalleştiriyor. Bu sefer ortaya "suç" çıkıyor ama kimse bu suçu kendi elimizle ilmek ilmek işlediğimizi bilmiyor daha doğrusu anlamıyor. Derinlemesine düşünmüyorlar. Normalleştirdiğimiz her şey vicdanımızdan bir şeyler eksiltiyor aslında. Önceden kötü bulduğumuz durumlara normal, olabilir gözüyle bakıyoruz. Çözümün yokluğunu kabul ediyor ya da ettiriliyoruz. Çözüm bulunmamasına ya da bulunan çözümlerin yetersizliğine o kadar alıştık, alıştırıldık ki öğrenilmiş çaresizliği uygulamaya başladık. Oysaki vicdan çoğunluğun kararını gerektirmeyen herkes de  olması gereken bir özellikti, Atticus'un "Ama başka insanların yüzüne bakabilmek için ilk önce kendi yüzüme bakabilmeliyim. Çoğunluğa bağlı olmayan tek şey insanın vicdanıdır."(Sy.135) dediği gibi.  Vicdanımızdan gün be gün uzaklaştıkça Bayan Maudie'nin "Aklı başında hiç kimse yeteneği var diye gururlanmaz."(Sy.127) sözünü es geçip sözde yeteneklerimizle o yeteneğe sahip olmayanları eziyoruz. Kendilerini beceriksiz, yeteneksiz hissetmelerine sebep oluyoruz ve bunu vicdansız bir şekilde yapmaktan hiç çekinmiyoruz. Bunu öyle acımasızca yapıyoruz ki yetiştirdiğimiz nesillerde bu öğretiyle büyüyüp, insanları ezmeyi, üzmeyi, ötekileştirmeyi kendine hak bayram biliyor. Acınası hallerimizi diğer insanlarda görüp gülsün diye "trol" adı altında kaydediyoruz. Teknoloji çağında yetişen nesle bir kötü tohum daha ekmiş oluyoruz. Üstelik bunu öyle bilinçsizce yapıyoruz ki en acınası yanlarımızdan biri oluyor. İnsanlara aptal, çirkin, fakir ya da "zenci" diye acımak yerine bu hallerimize, düşüncelerimize ve gidişatımıza acısaydık şu an bu yazıyı yazıyor, bu halimizi değerlendiriyor olmazdım.
      Kitabımızın temel yargısını Atticus şu şekilde dile getirmişti; "İstediğin kadar saksağanı vur vura bilirsen ama unutma bülbülü öldürmek günahtır."(Sy.117) Peki ya bülbülü öldürmek neden günahtır? Hiç düşündünüz mü? 
Bayan Maudie bunu şu şekilde açıklıyor; 
     "Bülbüller bizi eğlendirmek için şarkı söylemek dışında hiçbir şey yapmaz. İnsanların bahçelerindeki bitkileri yemezler, mısır ambarlarına yuvalamazlar,  tek yaptıkları iş bize içlerini dökmektir. İşte bu yüzden bülbülleri öldürmek günahtır."(Sy.117).
      Kitabımızın temel yargısında geçen saksağan Atticus'u temsil etmektedir. Bir zencinin avukatlığını yapmakla kalmaz kendisine yapılan her yaklaşıma karşın sakin davranır. Erdemli, düzgün ve vicdanlı insanı temsil eder. Haksız yere suçlanan zenci Tom ise bülbülü temsil etmektedir. Ve saksağanın tüm savunmalarına rağmen suçsuz zenci bir insan, beyaz bir insanla karşı karşıya olmasının bedelini canıyla öder. "İnsan arkadaşlarını seçebilir ama ailesini seçemezmiş, aileni kabul etsen de etmesen de onlar senin akrabandır, kabul etmediğin zaman aptal durumuna düşersin."(Sy.283) diyen Atticus yaptıklarımızı değerlendirmemizi vurguluyor bize. Ve doğduğumuz günden bu yana bazı seçim haklarımızın olmadığını bazı şeyleri doğuştan getirdiğimizi anlatmak istiyor. Cinsiyetimizi biz seçmedik, ten rengimizi, göz rengimizi, ailemizi, ismimizi hatta hayata başladığımız o ilk günü bile biz seçmedik. Ama bizim için seçilmiş her şeyi yine  biz yaşadık. Sonuçlarını biz gördük. Ailemizi, akrabalarımızı kendimizin  seçemediğini kabullenen insanlar diğer insanları yaftalamayı bırakırken bunu kabul etseler bile beyaz-zenci diye ayrım yapanlar aptal durumuna düştüklerini göremeyecek kadar körleşirler. Oysaki bahsi geçen bu iki renkte diğer tüm renklerin birleşiminden oluşur. Yani aynı renklerin karması olmamıza rağmen farklı birer yansıması olduğumuzu kabul etmeyiz. Belki de fark edemiyoruz bilemiyorum ama kendimizi bu farkındalığa kapattığımız çok belirgin. 
       Günümüzde bu ayrımcılığın yapılmadığını düşünenler olabilir. Ama onlara hatırlatmak istediğim bir şey var. Günümüzde bu ayrımcılık birebir yapılmıyor gibi gözükse de subliminal mesajlar yoluyla "zenci", "negro" diyerek kışkırtılıp toplum dışına itilmeleri ve daha önce yapıldığı gibi köle olarak kullanılmaları amaçlanan bu insanlara teknoloji çağı da ürettikleri telefonlara rengine göre fiyat vererek desteklemektedir. Beyaz üretilen telefonlar pahalı satılırken siyah üretilen telefonlar daha ucuz satılmaktadır. Bu durum,
 "Bay Underwood'un Tom'un öldürülmesini ötücü kuşların avcılar ve küçük çocuklar tarafından öldürülmesi gibi saçma bir katliama benzetmesini"(Sy.303) doğrular. Seçme şansımızın olmadığını kabullenemeyen insanlar tüm bu yazılan çizilenlere rağmen gözlerini kapayıp bildiklerini yapmaya ve aptal durumuna düşmeye devam ederler.
Ama:
Tüm bu yazılanların farkında olanlar bilirler ki "BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK GÜNAHTIR..."


         "Ad Astra Per Aspera"(Nice badireler atlatıp yıldızlara ulaşmak)

                      Nice badireler atlatsanız da yıldızlara ulaşmanız dileğiyle...



 ABG 

2 yorum: