OKUMA KÖŞEMİZDE BUGÜN
BÜLBÜLÜ
ÖLDÜRMEK
İlk olarak 1960 yılında yayınlanan
Pulitzer ödüllü bu kitap, Amerikanın güneyinde yaşanan ırkçılığı ve eşitsizliği
bir çocuk kahraman olan Scout Finch'in gözünden anlatır. Yazarımız bu kitabı
kendi çocukluk anılarından esinlenerek yazmıştır.
Kitapta olaylar şu
şekilde anlatılır. Scout Finch, abisi Jem, babası Atticus, bakıcıları Calpurnia
ve arkadaşı Dill ile geçirdikleri yaz ve okul dönemlerini bu dönemlerde neler
yaşadığını ne hissettiğini yalın bir dille fakat çarpıcı düşüncelerle ifade
eder.
Scout, abisi Jem,
babası Atticus ve bakıcısı Calpurnia ile Maycomb da yaşamaktadır. Annesi o çok
küçükken ölmüştür. Atticus, çocuklarını adalet, eşitlik, hoşgörü gibi evrensel
kavramlarla yetiştirmek isteyen onurlu bir avukattır. Çocuklarını kız kardeşi
Alexandra aksine bir tarzda yetiştirmek ister. Alexandra geleneklerine bağlı,
ailesinin geçmişiyle övünmeyi seven, kadınlara yüklenen ve sadece onlardan beklenen
hareketleri, sorumlulukları savunan ve bunu Scout'a da aşılamaya çalışan bir
kadın olarak çıkar karşımıza. Alexandra, Scout'un abisi ve babası giyinmemesi
gerektiğini, arkadaşlarıyla yumruklaşmadan oynaması gerektiğini, hanımefendi
ve "beyaz" bir kadına yakışır şekilde hareket etmesini ister.
Onun bu ölçüler dışında hareket etmesine dayanamaz. Erkek kardeşini Scout'u
yanlış yetiştirmekle eleştirir ve "zenci" daha doğrusu
"siyahî" bakıcı Calpurnia' ya onları teslim etmekle suçlar. Çünkü o
da birçok Maycomblu gibi "beyaz-siyahî" ayrımı yapmaktadır.
Scout ailesiyle beraber
yaşadığı huzurlu zamanları bir "zencinin" haksız yere suçlanmasıyla
yitirir. Suçlanan zenciyi Atticus savunacaktır ve bu durum kasaba halkının
Finch ailesine tepki göstermesine sebep olur. Her şeye rağmen davayı bırakmayan
ve insanlara ayrımcılığın kötü bir şey olduğunu göstermek adına Atticus
davasını sonuna kadar savunur. Bu süreçte kendisi yıpransa bile çocuklarının
üzülmesini istemeyen Atticus onları diğer insanlar ne derse desin kaba
davranmamaları konusunda uyarır. İnsanların düşüncelerine katılmasalar bile
saygı göstermelerini öğütler.
Ve kitabımızın
konusu; ırkçılık, ayrımcılık, eşitlik gibi görünen eşitsizlik, Hindistanda
görülen kast sistemi gibi yapılan Cunningham, Ewell, Metodist sınıflandırması
ve beyaz-zenci karşıtlığı üzerinden insanların birbirlerinin üzerinde kurduğu
baskıyı, farklarımız da aramamız gereken benzerlikleri "İstediğin kadar
saksağanı vur vura bilirsen ama unutma bülbülü öldürmek günahtır."
temel yargısıyla ve kitabın başlığı olarak ele alınmaktadır.
Jem
"Yalnızca tek bir tür insan varsa, o zaman neden hiç geçinemiyorlar? Hepsi
birbirine benziyorsa, niçin özel bir çaba harcayarak birbirlerini
aşağılıyorlar?(Sy.286)diye soruyordu kendine. Bende size sormak
istiyorum.
İnsanı insan yapan ve diğer canlılardan
ayıran özelliği nedir? Beyaz olması mı? Siyahî olması mı? Türk, Kürt, Arap,
İngiliz, Fransız, Japon, Hintli, Amerikan, İtalyan, Rus... Olması mı? Hayır.
Çünkü insan duygularını, vicdanını, aklını kullanabildiği sürece insandır.
İradeli davranıp sorumluluklarının farkında olabildiği ve yaptıklarının
sonuçlarına katlanabildiği sürece insandır. İnsan bir "Yin Yang"
misalidir. Neden mi? Çincede kâinatın düzeniyle ilgili kozmik enerjinin iki kutbuna
Yin(negatif) ve Yang(pozitif) denir. Bu iki kutup, eril ve dişi, katı ve boyun
eğen, güçlü ve zayıf, karanlık ve aydınlık, gizli ve açık gibi buna benzer
karşılıkları olan ve birbiriyle tezatlık oluşturarak meydana gelen her şeyin
adıdır. Bu iki güç birbirinden bağımsız olamaz yani insanları değerlendirirken
tezatlardan oluştuğunu bilerek değerlendirmek gerekir.
Atticus;"
Bir insanı anlayabilmek için, o insanın baktığı açıdan bakmayı
becerebilmelisin. Kendini onun yerine koyup her şeyi onun gördüğü gibi
görmelisin..."(Sy.40) diyor.
Oysa
günümüzde bunlar yokmuş gibi davranıyoruz. Empati kurmak yerine ön
yargılarımızın esiri olup o insanı, durumu, eşyayı, olayı yaftalıyoruz. Tıpkı
kitaptaki "Öcü Radley" gibi... Onu anlamak ne düşündüğünü, ne hissettiğini
duyumsamak yerine "öcü","kötü","ahlaksız" gibi
yakıştırmalarla kafamızda çoktan kodluyoruz. Ve ne acıdır ki o kodlamayı artık
değiştiremiyoruz adeta tabulaştırıyoruz. İnsanların kendi kabuklarına
çekilmesine sebep oluyoruz ve daha sonra böyle davrandığı içinde bir damga daha
yapıştırıyoruz. Oysaki fark etmemiz gereken o insanı bizim bu hâle getirmemiz olduğudur. Ama biz bunu
anlamıyor bu o insanda var olan bir özellikmiş gibi eleştiriyoruz. İnsanların
eylemlerinin sebebini sorgulamıyoruz ve biz sorgulamadıkça onlarda yaptıklarını
normalleştiriyor. Bu sefer ortaya "suç" çıkıyor ama kimse bu suçu
kendi elimizle ilmek ilmek işlediğimizi bilmiyor daha doğrusu anlamıyor.
Derinlemesine düşünmüyorlar. Normalleştirdiğimiz her şey vicdanımızdan bir şeyler
eksiltiyor aslında. Önceden kötü bulduğumuz durumlara normal, olabilir gözüyle
bakıyoruz. Çözümün yokluğunu kabul ediyor ya da ettiriliyoruz. Çözüm
bulunmamasına ya da bulunan çözümlerin yetersizliğine o kadar alıştık,
alıştırıldık ki öğrenilmiş çaresizliği uygulamaya başladık. Oysaki vicdan
çoğunluğun kararını gerektirmeyen herkes de olması gereken bir
özellikti, Atticus'un "Ama başka insanların yüzüne bakabilmek
için ilk önce kendi yüzüme bakabilmeliyim. Çoğunluğa bağlı olmayan tek şey
insanın vicdanıdır."(Sy.135) dediği gibi. Vicdanımızdan
gün be gün uzaklaştıkça Bayan Maudie'nin "Aklı başında hiç
kimse yeteneği var diye gururlanmaz."(Sy.127) sözünü es geçip
sözde yeteneklerimizle o yeteneğe sahip olmayanları eziyoruz. Kendilerini
beceriksiz, yeteneksiz hissetmelerine sebep oluyoruz ve bunu vicdansız bir
şekilde yapmaktan hiç çekinmiyoruz. Bunu öyle acımasızca yapıyoruz ki
yetiştirdiğimiz nesillerde bu öğretiyle büyüyüp, insanları ezmeyi, üzmeyi,
ötekileştirmeyi kendine hak bayram
biliyor. Acınası hallerimizi diğer insanlarda görüp gülsün diye "trol"
adı altında kaydediyoruz. Teknoloji çağında yetişen nesle bir kötü tohum daha
ekmiş oluyoruz. Üstelik bunu öyle bilinçsizce yapıyoruz ki en acınası
yanlarımızdan biri oluyor. İnsanlara aptal, çirkin, fakir ya da
"zenci" diye acımak yerine bu hallerimize, düşüncelerimize ve
gidişatımıza acısaydık şu an bu yazıyı yazıyor, bu halimizi değerlendiriyor
olmazdım.
Kitabımızın temel yargısını Atticus şu şekilde dile getirmişti; "İstediğin
kadar saksağanı vur vura bilirsen ama unutma bülbülü öldürmek
günahtır."(Sy.117) Peki ya bülbülü öldürmek neden günahtır? Hiç
düşündünüz mü?
Bayan Maudie bunu şu
şekilde açıklıyor;
"Bülbüller bizi eğlendirmek için şarkı söylemek dışında hiçbir şey
yapmaz. İnsanların bahçelerindeki bitkileri yemezler, mısır ambarlarına
yuvalamazlar, tek yaptıkları iş bize içlerini dökmektir. İşte bu yüzden
bülbülleri öldürmek günahtır."(Sy.117).
Kitabımızın
temel yargısında geçen saksağan Atticus'u temsil etmektedir. Bir zencinin
avukatlığını yapmakla kalmaz kendisine yapılan her yaklaşıma karşın sakin
davranır. Erdemli, düzgün ve vicdanlı insanı temsil eder. Haksız yere suçlanan
zenci Tom ise bülbülü temsil etmektedir. Ve saksağanın tüm savunmalarına rağmen
suçsuz zenci bir insan, beyaz bir insanla karşı karşıya olmasının bedelini
canıyla öder. "İnsan arkadaşlarını seçebilir ama ailesini seçemezmiş,
aileni kabul etsen de etmesen de onlar senin akrabandır, kabul etmediğin zaman
aptal durumuna düşersin."(Sy.283) diyen Atticus yaptıklarımızı
değerlendirmemizi vurguluyor bize. Ve doğduğumuz günden bu yana bazı seçim
haklarımızın olmadığını bazı şeyleri doğuştan getirdiğimizi anlatmak istiyor.
Cinsiyetimizi biz seçmedik, ten rengimizi, göz rengimizi, ailemizi, ismimizi
hatta hayata başladığımız o ilk günü bile biz seçmedik. Ama bizim için seçilmiş
her şeyi yine biz yaşadık. Sonuçlarını biz gördük. Ailemizi,
akrabalarımızı kendimizin seçemediğini kabullenen insanlar diğer
insanları yaftalamayı bırakırken bunu kabul etseler bile beyaz-zenci diye ayrım
yapanlar aptal durumuna düştüklerini göremeyecek kadar körleşirler. Oysaki
bahsi geçen bu iki renkte diğer tüm renklerin birleşiminden oluşur. Yani aynı
renklerin karması olmamıza rağmen farklı birer yansıması olduğumuzu kabul
etmeyiz. Belki de fark edemiyoruz bilemiyorum ama kendimizi bu farkındalığa
kapattığımız çok belirgin.
Günümüzde bu ayrımcılığın yapılmadığını düşünenler olabilir. Ama onlara
hatırlatmak istediğim bir şey var. Günümüzde bu ayrımcılık birebir yapılmıyor
gibi gözükse de subliminal mesajlar yoluyla "zenci",
"negro" diyerek kışkırtılıp toplum dışına itilmeleri ve daha önce
yapıldığı gibi köle olarak kullanılmaları amaçlanan bu insanlara teknoloji çağı
da ürettikleri telefonlara rengine göre fiyat vererek desteklemektedir. Beyaz
üretilen telefonlar pahalı satılırken siyah üretilen telefonlar daha ucuz
satılmaktadır. Bu durum,
"Bay Underwood'un
Tom'un öldürülmesini ötücü kuşların avcılar ve küçük çocuklar tarafından
öldürülmesi gibi saçma bir katliama benzetmesini"(Sy.303) doğrular. Seçme
şansımızın olmadığını kabullenemeyen insanlar tüm bu yazılan çizilenlere rağmen
gözlerini kapayıp bildiklerini yapmaya ve aptal durumuna düşmeye devam ederler.
Ama:
Tüm bu yazılanların farkında
olanlar bilirler ki "BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK GÜNAHTIR..."
"Ad Astra Per Aspera"(Nice
badireler atlatıp yıldızlara ulaşmak)
Nice badireler atlatsanız da yıldızlara
ulaşmanız dileğiyle...
☆ ABG ☆